top of page

AÇLIK SINIRINI AÇIKLAYIP AÇLIK SINIRINA İMZA ATMAK

  • Yazarın fotoğrafı: İşçi Ve Sendika
    İşçi Ve Sendika
  • 31 Ağu
  • 3 dakikada okunur

AÇLIK SINIRINI AÇIKLAYIP AÇLIK SINIRINA İMZA ATMAK


Türkiye’de her ay açıklanan açlık ve yoksulluk sınırı rakamları, işçilerin ve emekçilerin içinde bulunduğu gerçek tabloyu gözler önüne seriyor. TÜRK-İŞ’in Ağustos 2025 raporuna göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 27.111 TL, yoksulluk sınırı ise 88.310 TL oldu. Bekâr bir çalışanın aylık yaşam maliyeti de 34.981 TL olarak hesaplandı.

Bu rakamlar, emekçilerin insanca yaşayabilmesi için gereken asgari düzeyi ortaya koyarken, toplu sözleşme masalarında imza altına alınan ücret artışlarıyla karşılaştırıldığında ciddi bir uçurum ortaya çıkıyor.

Yani bu rakamları açıklayanlarla satış sözleşmesi yapanlar aynı...

(Sadece TÜRK-İŞ değil memur ve diğer işçi konfederasyonlarıda benzer açıklamalar yapıyor)

ree

Nitekim hükümet ile sendikalar arasında 2 Ağustos 2025’te imzalanan 2025–2026 Kamu İşçileri Çerçeve Protokolü bunun somut örneği oldu. Protokole göre kamu işçilerine:


İlk 6 ay için %24 zam,


İkinci dönem için %11 zam,


Üçüncü dönem için %10 zam,


Dördüncü dönem için ise %6 zam öngörüldü.


Ayrıca taban ücret altında olanların yevmiyeleri 1.400 TL’ye yükseltildi, taban üzerindekilere 40 TL seyyanen artış yapıldı. Enflasyon farkı da ilerleyen dönemlerde maaşlara yansıtılacak denildi. Ancak ilk bakışta yüksek görünen oranlar, Türk-İş’in açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırlarıyla kıyaslandığında işçiyi hâlâ açlık sınırının eşiğinde tutan artışlardan öteye geçemedi.


Benzer bir durum memurlar için de yaşandı. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun kararıyla memurlar ve memur emeklilerine:


2026’da ilk altı ay için %11, ikinci altı ay için %7,


2027’de ise ilk altı ay için %5, ikinci altı ay için %4 zam yapılması kararlaştırıldı.


Taban aylıklara 1.000 TL fark eklenmesi, yabancı dil ve fazla çalışma tazminatlarında iyileştirmeler yapılması gibi düzenlemeler de getirildi. Ancak bu oranlar da enflasyon gerçeği ve yoksulluk sınırıyla kıyaslandığında, geçim sıkıntısını hafifletmekten uzak kaldı.


Buna karşı çıkmayan ve hakem heyetine üye gönderen Memur-Sen, Kamu-Sen...


Ortaya çıkan tablo şu: Bir tarafta sendikalar her ay açlık ve yoksulluk sınırlarını açıklıyor, diğer tarafta aynı sendikalar toplu iş sözleşmelerinde bu sınırların yanına bile yaklaşmayan ücret artışlarına imza atıyor. İşçi ve memurun cebine giren maaş, bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırının bile altında kalabiliyor. Bu, hem emekçiler açısından bir hayal kırıklığı hem de sendikaların meşruiyeti açısından ciddi bir sorgulama konusu.


Bu durum birkaç nedenle ortaya çıkıyor:


1. Güç dengeleri: Patron ve hükümetin baskısı, sendikaların örgütsel zayıflığı, grev yasakları gibi etkenler işçilerin gerçek taleplerini masaya koymalarını zorlaştırıyor.


2. Sarı sendikacılık: Bazı sendika yönetimleri, geçmişte işçilerin mücadele gücünü seferber etmek yerine patronla “orta yol” bulmayı tercih ederdi. Ancak günümüzde işçiyi bir süre oyalama stratejisi içindeler...


3. Rakamların simgesel kullanımı: Açlık ve yoksulluk sınırı raporları çoğu zaman toplumsal farkındalık yaratmak için sunuluyor ama mücadeleye fiilen bağlanmadığında rakamların politik etkisi sınırlı kalıyor.


4. İşçilerin beklentilerinin düşürülmesi: Uzun süre düşük ücretlerle çalıştırılan işçiler, sendikanın masadan getirdiği “açlık sınırına yakın” artışı bile kazanım gibi görebiliyor. Eylemsizliğe işçiler getiriliyor.


Dolayısıyla bu başlı başına bir tezatlık. İşçilerin gözünde bu durum, “araştırma yapıp gerçeği ortaya koyan, ama gerçekte o gerçeğe uygun mücadele etmeyen sendikacılık” olarak okunuyor. Üstelik özel sektörde imzalanan toplu iş sözleşmeleri kamu sektörüne göre çoğu zaman daha düşük düzeyde kalıyor. Sarı sendikaların etkisiyle işçiler, patronların çizdiği sınırların ötesine geçemeyen ücretlere razı edilmek isteniyor.


Çözüm, bu tabloyu değiştirecek gerçek bir mücadele hattının örülmesinde yatıyor. Açlık ve yoksulluk sınırını sadece raporlarda değil, toplu sözleşme masasında da esas alan; işçilerin örgütlenme, grev ve direniş hakkını sonuna kadar kullanan bir sendikal anlayış olmadan bu kısır döngü kırılmayacak.


Burada özellikle Nakliyat-İş Sendikası ve Birleşik Metal-İş Sendikası’nın çizgisi dikkat çekiyor. İşçilerin iradesini merkeze alan, direniş çadırlarında ve grev alanlarında kararlılıkla mücadele eden bu sendikalar, Türkiye işçi sınıfı için umut verici bir yol gösteriyor. Onların pratiği, sendikacılığın gerçekten işçinin hakkını savunmak olduğunda hem masada hem sokakta sonuç alabileceğini kanıtlıyor.


Miroğlu

 
 
 

Yorumlar


05336668794

  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn

©2023, İşçi Ve Sendika tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page