Kazanılmış Haklar Kâğıt Üzerinde Kalıyor
- İşçi Ve Sendika
- 28 Eki
- 2 dakikada okunur
Kazanılmış Haklar Kâğıt Üzerinde Kalıyor
İşçilerin yasal haklarını biliyor olması, bu hakları kullanabildikleri anlamına gelmiyor. Türkiye’de işçi sınıfı, uzun mücadeleler sonucunda önemli yasal kazanımlar elde etti. Anayasa’nın 49., 50. ve 51. maddeleri, çalışma hakkını, adil ücret ilkesini, sendika kurma ve sendikaya üye olma özgürlüğünü güvence altına alıyor. Kâğıt üzerinde bakıldığında, bu düzenlemeler işçiyi koruyan oldukça ilerici hükümler içeriyor. Ancak uygulamada bu hakların büyük bölümü hayata geçirilemiyor.
Türkiye’de iş yasaları, Avrupa’daki yasalarla karşılaştırıldığında kâğıt üzerinde benzerlikler taşır. Fakat Avrupa’da yasalar işçiyi gerçekten koruyan biçimde uygulanırken, (örgütlülüğün getirmiş olduğu sonuç) Türkiye’de aynı yasalar çoğu zaman kâğıt üzerinde kalır. Bu fark yalnızca patronların keyfi tutumundan değil, siyasal iktidarların tercih ettiği politikadan da kaynaklanır. Çünkü iktidarlar, örgütlü bir işçi sınıfı istemez; hak arayan, sendikalı, bilinçli işçiler yerine sessiz ve itaatkâr bir iş gücü tercih eder.

Bugün ülkemizde bir işçinin sendikaya üye olması, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 51. maddesiyle güvence altına alınmış temel bir haktır. Ancak gerçekte, sendikaya üye olan birçok işçi kısa sürede işten çıkarılma tehdidiyle karşı karşıya kalıyor. Patronlar, “performans düşüklüğü” ya da “iş yerinde huzuru bozmak” gibi gerekçelerle bu işçileri hedef alıyor.
Oysa Anayasa’ya ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na göre sendikal baskı açıkça suçtur; bu fiilleri işleyen işverenler hakkında hapis cezası öngörülmüştür.
Ne var ki, uygulamada bu cezalar çoğu zaman verilmez ya da ertelenir; böylece yasa da Anayasa da kâğıt üzerinde kalır.
Yasal yollara başvurmak ise çoğu zaman yıllar süren davalarla sonuçlanır.
Sonuçta hak vardır, ama işçinin yaşamında yoktur.
Benzer şekilde fazla mesai ücreti, yıllık izin ve iş güvenliği gibi haklar da çoğunlukla kâğıt üzerinde kalıyor. Yasalara göre haftalık 45 saatin üzerindeki çalışma fazla mesai sayılır ve işçiye ek ücret ödenmesi gerekir. Oysa binlerce işçi, fazla mesai yaptığını kanıtlayamadığı için bu hakkını alamıyor. Aynı şekilde, yıllık izin hakkı da birçok işyerinde “yoğunluk” bahanesiyle fiilen engelleniyor.
Kıdem tazminatı hakkı da benzer biçimde ihlal ediliyor. Çoğu işçi, bu hakkını ancak dava açarak, yıllar süren bir mücadelenin sonunda alabiliyor. Sigorta primleri çoğu zaman gerçek ücret üzerinden yatırılmıyor; ücretler gecikmeli ya da parça parça ödeniyor. “Eşit işe eşit ücret” ilkesi kâğıt üzerinde kalırken, ücretler keyfi biçimde farklı belirleniyor. Mobbing ve baskı yasalarla yasaklanmış olsa da, her türlü hukuksuzluk yaşanabiliyor. Daha da önemlisi, işçiler bu durumu çoğu zaman kabullenmek zorunda kalıyor.
Tüm bu tablo, işçilerin yalnızca yasal düzenlemelere değil, örgütlü mücadeleye de ihtiyaç duyduğunu çok açık bir biçimde gösteriyor. Çünkü hak, ancak kullanıldığında anlam kazanır. Bir hakkın var olması değil, o hakkı kullanabilme koşullarının güvence altına alınması gerçek demokrasinin ölçüsüdür.
Bugün işçilerin karşısında yalnızca patronların baskısı değil, örgütsüzlüğün getirdiği yalnızlık da duruyor. Bu nedenle, kazanılmış hakların korunması ve yeni haklar kazanılması örgütlü mücadeleye, sınıf dayanışmasına bağlıdır.
Miroğlu



Yorumlar