top of page

PATRONLARIN İŞTEN ATMA GEREKÇELERİNİN ALTINDA YATAN GERÇEKLER

  • Yazarın fotoğrafı: İşçi Ve Sendika
    İşçi Ve Sendika
  • 18 Kas
  • 2 dakikada okunur


Çalışma hayatında işten çıkarmalar çoğunlukla “ekonomik zorunluluk”, "iş daralması", “performans düşüklüğü” ya da “iş disiplinine uymama” gibi gerekçelerle açıklanır. Oysa işçilerin gerçek hikâyeleri, bu gerekçelerin büyük bölümünün sadece birer kılıf olduğunu gösteriyor.


Sendikaya üye olan işçi performans bahanesiyle çıkarılıyor; hamile işçinin sözleşmesi yenilenmiyor; fazla mesai isteyen işçi “ekip uyumunu bozan” kişi ilan ediliyor. Kıdemi artan işçiye “yük oldun” deniyor, sosyal medyadaki masum bir paylaşım bile işten atma gerekçesine dönüştürülüyor.

Kısacası işten atmalar, patronların daha ucuz işgücü yaratma, sendikayı engelleme ve hak arayan işçiyi susturma çabasının bir parçası hâline geliyor.

Patronun kim olduğunu göstermek, işçileri sindirmek için dahi işçi, bir gerekçe sunmaya gerek duymadan "keyfim öyle istedi" denilerek

işten çıkarılabiliyor.


Bu tablo karşısında işçilerin sessizliği ise çoğu zaman yanlış yorumlanıyor. Çünkü işini kaybetmek bir işçi için yalnızca maaş kaybı değil; kira, borç, çocukların ihtiyaçları, mutfak masrafı gibi yaşamsal yüklerin altına düşmek demek. Örgütsüzlük işçiyi daha da yalnızlaştırıyor ve patronun karşısında güçsüz hissettiriyor. İşyerlerindeki baskı kültürü de bu suskunluğu pekiştiriyor. Bu nedenle haksız olarak işten atılan arkadaşına arka çıkmıyor, çıkamıyor.


ree

Bir diğer büyük etken ise hukuki süreçlerin işçi üzerindeki caydırıcı baskısı. İşçi haksızlığa uğradığını bilse bile dava açmaya cesaret edemiyor. Çünkü iş davaları yılları buluyor ve sonuç almak son derece uzun sürüyor. Son dönemde hızla artan avukatlık ücretleri de işçiyi adalet arayışından daha da uzaklaştırıyor. Böylece işçi, haklı olduğunu bile bile susmak zorunda bırakılıyor.


İşten ayrılma biçimi de işçinin yaşayacağı maddi kayıpları belirleyen önemli bir unsur hâline geliyor. İşçi kendi isteğiyle işten ayrıldığında çoğu zaman tazminat, ihbar, yıllık izin gibi birçok hakkını alamıyor. Patron tarafından çıkarıldığında ise tablo bu kez başka bir noktaya evriliyor: İşçi haklarını alabilmek için dava açmak zorunda kalıyor, fakat o haklara ancak yıllar sonra kavuşabiliyor. Yani hangi şekilde olursa olsun, mevcut düzende işçi ya hakkından vazgeçmeye ya da yıllarca beklemeye mecbur bırakılıyor.


Tüm bunların yanında işverenlerin işçileri haklarından mahrum bırakmak için en sık başvurduğu yöntemlerden biri 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesi. “Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller” gibi geniş ve yoruma açık ifadeler içerdiği için patronların eline büyük bir manipülasyon alanı sunuyor. En ufak bir tartışma, asılsız bir tutanak, sosyal medyada yapılan masum bir paylaşım, “işverenin güvenini sarsma” gibi soyut iddialar tazminatsız işten atma gerekçesine dönüştürülüyor.

Öyle ki işverenler artık, işçiyi işten atarken rahatlıkla şu cümleyi kurabiliyor: “Ben seni böyle attım, sen de mahkemede kendin ispat edersin.”

Yani işçiye açıkça “Haklıysan git, yıllarca uğraş, belki bir gün alırsın” deniyor. İşçinin korkusu bu maddeden atılmak oluyor. Bu nedenlede daha çok patronun dediklerini kabulleniyor, hakkını aramaktan daha çok uzaklaşıyor.


Sonuç olarak işten çıkarmalar, patronların sunduğu gerekçeler değil; sınıfsal baskı, ekonomik zorunluluklar, hukuki eşitsizlik ve yasaların bilinçli olarak kötüye kullanılmasıyla şekilleniyor. Patronların gerekçeleri değil, işçilerin yaşadığı gerçekler çalışma hayatının hakikî yüzünü ortaya koyuyor. Ortaya koyuyor ancak işçiler örgütsüz olduğu sürece patronlar bildiğini okumaya devam ediyor.


Miroğlu

 
 
 

Yorumlar


05336668794

  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn

©2023, İşçi Ve Sendika tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page