Sendikacılar İşçilerden Neden Uzaklaşıyor?
- İşçi Ve Sendika
- 21 Kas
- 3 dakikada okunur
Sendikacılar İşçilerden Neden Uzaklaşıyor?
Sendikal Bürokrasinin Kökeni, Güç Mücadelesi ve Çürümeyi Durdurma Arayışı
Türkiye’de sendikaların en temel sorunlarından biri, sendika yöneticilerinin zamanla işçilerden uzaklaşmasıdır. Oysa sendikacılar işçilerin içinden çıkar, onların iradesiyle seçilir ve işçilerin haklarını savunmakla görevlidir. Buna rağmen birçok sendika yöneticisinin patrona yakın, işçiye uzak ve bürokratik bir konuma yerleşmesi, kişisel tercihlerle açıklanamayacak kadar derin bir yapısal sorundur.
Bu yapısal sorunun bir boyutu da işçilerin giderek artan teslimiyetidir. Birçok işçi, “sendikaya üye oldum, sonrası onların işi” anlayışıyla sorumluluğu tümüyle yönetime bırakır. Devrimci sendikal anlayıştan uzak durulur; “sendika yönetimini değiştiremeyiz” düşüncesi yerleşir. En kötüsü, “bal tutan parmağını yalar” diyerek sendika yöneticilerinin çürümesi doğal bir şeymiş gibi görülür. “Ben olsam ben de öyle yaparım” diyerek yapılanların kaçınılmaz olduğuna inanılır. Yani işçiler arasında da giderek bir kabulleniş, bir doğallaştırma gelişir. Bu kabulleniş, bürokrasinin görünmez yakıtıdır.
Sendikacının İşçiden Kopuşu
Sendika yöneticileri seçildikten sonra üretim alanından uzaklaşır; zamanlarını patronlarla görüşmelere, devlet kurumlarıyla yapılan bürokratik süreçlere ve masa başı işlerine ayırır. Bu durum onları işçilerin günlük yaşamından ve gerçek sorunlarından giderek koparır. Profesyonel sendikacılık sistemi de bu kopuşu derinleştirir: yöneticiler işçilerden daha yüksek maaş alır, daha güvenceli koşullarda çalışır ve istemsizce bir “statü farkı” oluşur.
Bu statü farkı büyüdükçe işçilerdeki teslimiyet de artar. İşçiler, yöneticilerin üretimden kopmasına, ayrıcalıklı bir sınıfa dönüşmesine itiraz etmek yerine bunu “doğal” görmeye başlar. Bu psikolojik kopuş, sendikal bürokrasiyi kalıcı hale getirir.
Bürokrasiyi Güçlendiren Yasal Yapı
Türkiye’de sendikal faaliyet, devletin koyduğu sıkı yasal sınırlamalarla çevrilidir. Toplu iş sözleşmesi, grev hakkı ve örgütlenme faaliyetleri her aşamada devlet tarafından belirlenmiş kurallara tabidir. Bu dar çerçeve, sendika yöneticilerini sürekli patron ve devlet mekanizmasıyla temas halinde tutar.
Ve en önemlisi:
Bürokratik ve uzlaşmacı sendikacılık, devletin ve patronların açıktan desteklediği bir modeldir.
Mücadeleci sendikalar baskılanır, hedef alınır, yasalarla ve yargıyla kuşatılır; buna karşın çatışmadan kaçınan, işçiyi kontrol eden, patronla uyumlu çalışan sendikalar teşvik edilir. Patronlar üretimi durdurmayan, devlet ise denetim sağlayan bu tip sendikacılığı tercih eder.
Bu dışsal destek, sendikal bürokrasiyi sadece içerideki çürümeyle sınırlı olmaktan çıkarır; onu sistemin parçası haline getirir.

Sendika Yönetimine Girmenin Üç Temel Yaklaşımı
1. Güç ve Kişisel Çıkar İçin Gelenler
Bazı sendikacılar yönetimi; maaş, yetki, prestij ve çevre edinmenin aracı olarak görür. Bu kişiler için sendika işçilerin değil, kendi kişisel iktidar alanlarının bir parçasıdır. Patronlarla aynı dili konuşur hâle gelirler; hatta kimi zaman bir patrondan daha tehlikeli olabilirler.
Eleştiren veya muhalefet eden işçileri hedef alır, gerekirse işverenle işbirliği yaparak işçiyi işinden ettirirler. Üyelerin sorgusuz biat etmesini ister, eleştiriye tahammül göstermez, savunma isteme, disipline sevk etme, ihraç gibi mekanizmaları işçiye karşı bir sopa olarak kullanırlar.
Bu tip sendikacılar güç kazandıkça işçilerin teslimiyetini pekiştirir; işçiler de büyük çoğunlukla “zaten hepsi böyle” diyerek sessizleşir.
2. Gücü Sonradan Keşfedip Dönüşenler (En Tehlikelisi)
Bir de başlangıçta işçilerin içinden gelen, mücadeleye inanmış görünen, hatta kendini sosyalist olarak adlandıran fakat sendikanın sunduğu para, konfor, statü ve dokunulmazlık gibi avantajları gördükçe yavaşça ve gizlşden gizliye dönüşen bir kesim vardır. Bunlar en tehlikelisidir.
Dışarıdan hâlâ “işçinin yanındaymış” gibi görünürler; tabanla bağlarını koparmış gibi durmazlar. Ancak arka planda sarı sendikacılıkla işbirliği yapar, patronların çıkarlarına hizmet ederler. Mücadeleyi içeriden boğarlar. Adeta “doğan görünümlü şahin”dirler: dışarıdan masum, içeriden çürütücü.
İşçilerin “bal tutan parmağını yalar” diyerek bu dönüşümü olağan kabul etmesi ise bu kesimi daha da güçlendirir.
3. Devrimci Sendikacılığı Büyütmek İsteyenler
Bir diğer kesim ise sendika yönetimine kişisel çıkar için değil; çürümüş yapıyı kırmak, tabanı güçlendirmek ve işçi sınıfının gerçek mücadelesini büyütmek için yönelir. Bu kişiler için sendika patronla uzlaşma masası değil; işçinin söz ve karar hakkına dayalı bir mücadele örgütüdür.
Tabana dayalı örgütlenmeyi, sendikal demokrasiyi, şeffaflığı ve denetimi esas alırlar. Ancak bu kesimin mücadelesi sadece bürokratik yapıyla ve patron-devlet baskısıyla değil; aynı zamanda işçilerin kabulleniş kültürüyle de yüzleşmek zorundadır.
Sonuç: Sorun Kişisel Değil, Yapısaldır
Sendikacıların işçilerden uzaklaşması, sadece kişisel niyetlerle açıklanamaz.
Profesyonelleşme, bürokratik yapı, sınıfsal konum farkı, yasal baskı, devlet ve patronların uzlaşmacı sendikaları desteklemesi, sendika içindeki güç ilişkileri ve işçilerin teslimiyet içeren kabullenişi bu kopuşun temel nedenleridir.
Gerçek çözüm ise:
tabana dayalı örgütlenme,
şeffaf ve demokratik sendikal işleyiş,
işçilerin söz–karar–denetim hakkının güçlendirilmesi,
mücadeleci bir sınıf çizgisinin yeniden inşası,
işçilerin teslimiyet yerine kolektif sorumluluk ve iradeyi büyütmesi
ile mümkün olabilir. İşte bu devrimci sınıf sendikacılığıdır.
Miroğlu



Yorumlar