Sol Varlık Gerekçesinden Uzaklaşırsa...
- İşçi Ve Sendika
- 5 Kas
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 11 Kas
Türkiye'de Sol Neden Kendi Öz Gücüyle Değil de Farklı Arayışlar İçerisine Giriyor?
Bağımsız sınıf eksenli mücadele ile düzen içi ittifaklar arasındaki çizgi artık daha net…
1980 darbesi yalnızca örgütleri değil, işçi sınıfı ile devrimci hareket arasındaki bağı da kopardı. Sendikalar dağıtıldı, fabrikalar militarize edildi, sol örgütler yeraltına çekildi. Birçok devrimci 12 Eylül zindanlarında işkenceden geçti, yıllarca hapsedildi. Özellikle sol grupların lider kadroları ülkeyi terk etti. Ama Türkiye terk etmeden mücadeleyi sürdürenlerde vardı.
Bu süreçten sonra solun yeniden işçi sınıf ile bağ kurması zorlaştı. Bu boşluğu 1990’lardan itibaren sol, sınıf tabanı yerine seçim ittifaklarına ve “demokrasi bloğu” tarzı birlikteliklere yaslandı.
Solun kendi gücüyle yeniden ayağa kalkması gerekirken, adım adım düzen partilerinin etrafında şekillenen bir muhalefet hattına sürüklendi.

Sendikal Hareketin Gerilemesi ve Sınıfın Sessizliği
Solun toplumsal gücünün dayanağı olan işçi sınıfı örgütlülüğü zayıfladı. Sendikalar bürokratikleşti, DİSK dâhil birçok sendika gerçek sınıf mücadelesinden uzaklaştı. Solun önemli bir kısmı, sınıf mücadelesini yeniden örgütlemek yerine, “mevcut güçlerle ittifak yaparak” sesini duyurmayı tercih etti.
Bu, kısa vadede görünürlük sağlasa da uzun vadede bağımsız sınıf hattını zayıflattı.
Sınıfın içinde örgütlenmek, fabrikalarda direniş örgütlemek, sendikal bilinç kazandırmak yerine; koltuk, meclis sırası ve görünürlük hesapları ön plana çıktı.
Sonuç olarak, var oluş nedeni işçi sınıfı mücadelesi olan sol-sosyalist hareket, bugün bir figür olmaktan öteye gidemiyor.
Kimlik Siyaseti ve “Demokrasi Bloğu, Platforma” Sığınış
1990’lardan itibaren solun bir kısmı sınıf merkezli siyasetten uzaklaşıp, kimlik, kültür, çevre, demokrasi gibi alanlara yöneldi.
Bu alanlar elbette önemlidir; ancak sınıf mücadelesiyle bağ kurulmadığında, sol kendi varlık gerekçesini yitirir.
Bu eksende HDP/DEM gibi partiler “demokratik mücadele alanı” olarak görüldü.
CHP ise “solun çalışma yürüteceği en geniş cephe” gerekçesiyle, birçoğu kabul etmemiş olsada muhalif bir sığınak olarak değerlendirildi.
Ancak zamanla bu ilişkiler, ilke değil, çıkar ve konum beklentisiyle yürütülür hale geldi.
Sol içindeki kimi çevrelerde DEM’den milletvekili olma yarışı, ya da CHP listelerinden (Burada parti yada grup olarak değil daha çok bireysel başvurular yada adı konulmamış ittifak biçimindeydi) bir yer kapma beklentisi, gerçek sınıf mücadelesinden uzaklaşmayı derinleştirdi.
Var olma gerekçelerinden uzaklaşanlar, doğalında “ittifak içindeyiz” dedikleri özellikle, HDP/DEM'de ittifaktan öte oranın bir parçası oldular.
Emekçi halkla ve sınıfla daha yakın olacağını düşünenler, yakınlaşmaya gerekçe bulanlar kabul etmemiş olsalar da, orada eriyip yok olmaya yüz tuttular.
Ama isimleri kaldı.
İttifak Siyasetinin Çıkmazı
Bugün geldiğimiz noktada DEM’in, yıllarca solun mücadele ettiği, karşı durduğu AKP ve MHP gibi anlayışlarla ittifak içine girmesi, sol açısından tarihsel bir kırılmadır. Ama öyle olmadı.
DEM’in içinde yer alan sözümona sol-sosyalistler, bu kez yeni ittifakın politikalarını da savunur hale geldi.
Bir zamanlar karşısında mücadele ettiği düzen partilerinin politik hamleleri karşısında, kendine sol diyenler artık tek bir söz söyleyemez durumda. Söz yoksa, yanlışı kabul etmek vardır.
DEM’den milletvekili, makam mevki alan sol yapılar DEM’i eleştiremeyeceği için, “Terörsüz Türkiye” adı altındaki barış maskeli emperyalist projeyi de savunur hale geldiler.
Ve doğrudan adı konulmamış DEM/AKP/MHP ittifakının içinde yer aldılar. Şuan için gözüken budur. Buna karşın siyasal iktidarın mevcut politikalarını eleştiriyor gibi yapmak boşuna bir çabadır,aldatmacadır. Enflasyon, yokluk yoksulluk, işsizlik, düşük işçi, memur ve emekli ücretleri, asgari ücret … yani işçi ve emekçi halkımızın kulağına hoş gelecek söylemler… Ama emperyalizme, NATO'ya tek kelime yok...
Bu, bağımsız sınıf siyasetinin nasıl eridiğini ve “ittifak siyaseti”nin solun reflekslerini nasıl felç ettiğini açık biçimde gösteriyor.
(Elbetteki bugün ülkemizde yaşanılan gözaltı yada tutuklamalardan, kayyumlardan dolayı CHP ile birlikte davranmaktan söz etmiyoruz. Çünkü yaşanılan tek başına CHP meselesi değildir.)
Oysa Solun Doğal Alanı: İşçi Sınıfı
Solun gerçek gücü seçimlerde değil, fabrikada, tarlada, atölyede, direniş çadırında ortaya çıkar.
İşçi sınıfı örgütlü olduğunda, hiçbir “ittifak” onun yerine geçemez.
Gerçek sol, düzen partileriyle yan yana gelmekte değil, kendi sınıfsal gücüne yaslanmakta yatar.
Ortaya iki sol çıktı.
Koşulsuz DEM/HDP ile hareket eden sol.
İkincisi bağımsız, sınıf endeksli mücadele eden sol.
İşte bu ikinci sol, sayısal olarak azda olsalar gerçek solu temsil ediyor. Ama sol burada vücut buluyor.
O, koltuk ve mevki hesaplarının değil; direnişin, işçi sınıfının, dayanışmanın soludur.
Kendini düzen partilerinin gölgesinde tanımlamayan, sınıfın bağrında yeniden doğan soldur.
Sonuç: Gerçek solun yolu, sahte, söz hakkının olmadığı koşulsuz kabullenmenin olduğu ittifaklardan değil, sınıftan geçer.
Var olma gerekçelerinden uzaklaşanlar, doğalında “ittifak içindeyiz” dedikleri düzen partilerinin politikalarının dışına çıkamaz.
Gerçek sol ise bunu reddeder.
O, varlığını sınıfın kendi gücünde alır.
Sol, yeniden kendi öz gücüne dönmedikçe; emeğin, direnişin ve örgütlülüğün siyasetine dönmedikçe, hep başkalarının gölgesinde kalacaktır. Bu da sol değildir.
Miroğlu



Yorumlar